
İçinden geçen şehirlerle sizi kendisine hayran bırakacak 10 film
Öyle filmler var ki bazen oyuncuları izlemeyi, konuyu takip etmeyi bırakıp filmdeki şehirlerle mekanlarda, sokaklarda kayboluruz. Bu filmlerin başrolünde çoğu zaman şehirler yer alır. Bazen Roma’ya gideriz, bazen İstanbul’a. Arada Barcelona’da bir kafede buluruz kendimizi, sonra da Paris’te gece yarısı bir sokakta…
Seyahat edemediğimiz bu dönemde seyahat özleminizi bir nebze giderecek olan büyüleyici şehirlerle dolu bu film seçkisini sizin için derledik. Günün birinde her birini ziyaret etmenizi umarak hemen listemizi sıralamaya başlıyoruz.
Roman Holıday (Roma Tatili, 1953)
Bu büyüleyici şehirlerle dolu listemizin ilk durağı Roma. William Wyler’ın 1953 yapımı filminde Audrey Hepburn’ü Avrupa seyahatine çıkan güzeller güzeli genç prenses Ann, Gregory Pack’i ise paparazzilik yapan Joe rolünde izliyoruz. Roma’ya vardığında sahip olduğu hayattan iyice sıkıldığını fark eden Ann, prenses olmanın getirdiği zorunluluklardan bunaldığı için sakinleştirici bir ilaçla durumu atlatmaya çalışır.
İlacı aldıktan sonra şehre iner ve Roma sokaklarındaki hayatı keşfetmeye başlar. İlaç yüzünden bir bankta sızan prensesi Joe Bradley bulur ancak onun bir prenses olduğundan habersizdir. Birlikte Roma’yı keşfederler, tüm şehrin altını üstüne getirirler. Audrey Hepburn’ün büyük bir çıkış yakaladığı, deyim yerindeyse keşfedildiği film, hem harika bir aşk hikayesi hem de nefis bir Roma turu için kesinlikle izlenmeli!
Bu harika filmi evde büyük ekranda izleme zevki için ViewSonic PA503X Projeksiyon Cihazı’nı öneririz.
Mıdnıght ın Parıs (Paris’te Bir Gece Yarısı, 2011)
Woody Allen’ın yazıp yönettiği filmde başrolleri Owen Wilson ve Rachel McAdams paylaşıyor. Amerikalı nişanlı çift Gil ve Inez küçük bir tatil için Paris’e gelir. Gil yazardır ve kitabına ilham vermesi için Paris’i gece gezmeye karar verir.
Paris’in eski sokaklarında gezerken Gil kendini 1920’li yıllarda dönemin sanat camiasının içinde bulur. Ernest Hemingway’den Dali’ye, T. S. Eliot’tan Luis Buñuel’e kadar pek çok sanatçıyla tanışır. Paris’in en gözde mekanlarını, ünlü tarihi kişiliklerini ve aşkın kokusunu ekran başında alabileceğiniz güzellikteki yerlerini ön plana çıkaran bu filmi kesinlikle izlenecekler listenize ekleyin.
Lost ın Translatıon (Bir Konuşabilse, 2013)
Orta yaşlı, evli ve çocuklu Amerikalı aktör Bob, bir reklam çekimi için Japonya’ya gelir. Tokyo’da kaldığı otelde, fotoğrafçı kocasıyla birlikte şehre gelmiş, sevimli ama ciddi bir başka Amerikalı olan genç Charlotte ile tanışır.
Dillerine ve kültürlerine uzak oldukları bu insanların ülkesinde iletişimsizlik denizinde boğulan iki yabancı birlikte Tokyo’da bir hafta sonu geçirir, şehri ve kültürü keşfederler. Tokyo’ya iki yabancının gözünden eşsiz bir bakış açısı getiren bu filmi mutlaka izlemelisiniz!
In Bruges (Brüj’de, 2008)
Güzel şehirlerle dolu listemize Brugge ile devam ediyoruz. İki kiralık katil olan Ray ve Ken zor bir işin ardından, patronları Harry Waters tarafından Belçika’nın romantik şehri Brugge’a tatile yollanırlar.
Geldiği ilk günden beri bu şehirden nefret eden Ray’i burada pek çok sürpriz beklemektedir. Bunun sadece basit bir tatil olmadığını düşünen Ray, burada yeni insanlarla tanışır ve aşkı ile kendi hayatı arasında gelgitler yaşamaya başlar ve olaylar gelişir…
Filmi izledikten sonra Bruges’e gitmek için bavul hazırlamaya başlayabilirsiniz. Biz de size yolculuklarınızda size eşlik edecek, darbelere karşı maksimum dayanıklı yüzeye sahip Kipling Unisex bavulu öneririz.
To Rome wıth love (Roma’ya Sevgilerle, 2012)
Amerikalı tanınmış mimar John, gençliğinin kenti olan Roma’da tatildedir. Gençliğinin sokaklarında gezerken, henüz genç bir adam olan Jack ile karşılaşır.
Jack’in ise başında sevgilisi Sally’nin güzel ve belalı arkadaşı olan Monica’yla derdi vardır. Jack Monica’ya gitgide aşık olurken, Jack’de onda kendi gençliğini görür… Yine bir Woody Allen filmi, bu kez baş rolde Roma var.
Before Sunrıse (Gün Doğmadan, 1995)
Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine ile Amerikan Jesse, Budapeşte – Viyana treninde bir çiftin kavgası ile tesadüfen tanışırlar. Jesse, Celine’e, ertesi gün uçağa bineceğini ancak parası olmadığından sabaha kadar Viyana caddelerinde dolaşacağını söyler ve Celine’in kendisine eşlik etmesini ister.
Viyana’da trenden inerler ve 14 saat boyunca hayatlarını derinden etkileyecek bir beraberliğe adım atarlar. Sabaha kadar süren eğlenceli ve romantik dakikaların yanı sıra, yaşlarının getirdiği zorluklardan, yaşadıkları sorunlara kadar birçok konuda duygu ve düşüncelerini paylaşırlar.
Leavıng Las Vegas (Elveda Las Vegas, 1995)
Ailesini, işini, parasını kısacası her şeyini kaybetmiş Amerikalı bir yönetmen nereye gider; elbette kaybetmenin önemini yitirdiği yere, Vegas’a.
Nicolas Cage’in oyunculukta adeta zirve yaptığı ve ortaya koyduğu performansla Oscar’ı kaldırdığı film, günah şehri Las Vegas’ın hem o boyalı, şatafatlı yüzünü hem de tüm çirkinliklerini gözler önüne seriyor. Kumarhanelerden küçük otellere, caddelere ve meydanlara şehri gezmiş kadar olacağınız bir film, “Elveda Las Vegas”.
Les amants du Pont-Neuf (Köprü Üstü Aşıkları, 1991)
Fransız sinemasının o ağır ve puslu havasını sevenler için kült bir film “Köprü Üstü Aşıkları”. Şehrin en eski köprüsü olan Pont-Neuf’ün üstünde yaşayan, sokağa düşmüş alkolik sirk cambazı Alex’le aşk acısı çeken güzel ressam Michèle’in hikayesini izleyeceğiniz filmin hemen her karesinde melankoli yüklü Paris’i izleyeceksiniz.
Kentin insanlarına, sokak yaşantısına, kültür-sanat hayatına tanıklık edebileceğiniz filmin her sahnesinde köprüler, parklar ve Seine Nehri var. Başroldeki Juliette Binoche en iyi performanslarından birini sergiliyor.
Run Lola Run (Koş Lola Koş, 1998)
Cloud Atlas, Parfume, Babylon Berlin gibi yapımlarla karşımıza çıkan yönetmen Tom Tykwer’in ilk filmlerinden olan Run Lola Run adeta bir Berlin gezisi sunuyor bize.
Lola’nın sevgilisini mafyanın elinden kurtarmak için 20 dakika içinde para dolu çantayı bulması gerekmektedir. Sevgilisi Mani’yi kurtarmak için Berlin sokaklarında koşan Lola sayesinde biz de Berlin’i keşfe çıkmış oluruz.
Barselona, Barselona (Vıcky Crıstına Barcelona, 2008)
Woody Allen, filmleri hikâyelerinden ziyade seçtiği arka planlarla besler. Filmografisi; Manhattan, Paris, Roma vb. çok sayıda şehirden ilham alarak çekmiş olduğu filmlerle doludur. Her şehrin kendine özgü bir ruha sahip olduğuna inanır ve gidip görmemiş insanlara bile, filmleriyle bu ruhu yansıtabilir.
Bazı aşklar, bazı şehirlerle özdeşmiştir. Çünkü bazı insanlar, sadece bazı şehirlerde büyür. Her bir köşesi sanat kokan Barselona şehrinde yetişmiş, iki ressam Juan Antonio ve Maria Elena geçmişte uzun yıllar evli kalmış ve sonunda çok şiddetli bir şekilde ayrılmışlardır. Herkes onların gerçekte birbirlerini ne kadar sevseler de bir türlü anlaşamadıklarından bahsetmektedir. Halkın dilinde adeta bir efsaneye dönüşmüştür Juan Antonio ve Maria Elena’nın aşkı. Juan Antonio, ayrılığın ardından hayatına devam edebilmek için çareyi başka kadınlarda aramaya başlar. Diğer yandan Maria Elena ise ağır bir bunalım dönemi geçirmektedir.
İşte Vicky ve Cristina tam da bu zamanda Barselona’ya turist olarak gelmişlerdir. Bir resim sergisinin ardından, yedikleri yemek esnasında serginin sahibi olan Juan Antonio ile tanışırlar. Juan Antonio’nun bu iki kızı bir hafta sonu tatiline davet etmesinden sonra, hiçbirinin hayatı önceden planladıkları gibi gitmeyecektir.